ZÜMRÜT SUYU

 İLK ÖNCE BİR HİKAYE, SONRA ŞİİR, SONRA SOHBET YAZISIYLA BU BLOG ÜÇE AYRILMIŞTIR. ŞİİR VE SOHBET YAZISI HAFTAYA YAZILACAKTIR. BU YAZIDA YAZDIĞIM SOSYAL MESAJ İÇERİKLİ HİKAYEYİ OKUYUN.

 YAZILIŞ TEKNİKLERİ -BİLDİĞİNİZ GİBİ- FARKLI OLSA DA KONU AYNI VE  NE YAZIK Kİ BU KONUYU EVDE,OKULDA,DÜKKANDA,TAKSİDE,DURAKTA,KAHVEHANEDE,ÇARŞIDA,PAZARDA KONUŞMAZSAK KONU UZADIKÇA UZAMAYA DEVAM EDECEK... 


Hüseyin Yusuf diğer günlerden nedense farklı bir şekilde uyanmıştı. Dayısı ve teyzesinin annesi ve babasıyla alelacele ile konuştuğu çok belliydi. Genelde pazar kahvaltılarını ortak yaparlardı ama bugün salıydı ! Marangozların dükkanın yolunu tuttuğu,çırakların sımsıcak bir günde işe başladığı bir gündü salı; akrabaların eve aniden ziyarete gelip çocukların duymamaları için onları dışarı çıkardıkları bir gün değil. Oysa Hüseyin Yusuf, bugün tam da bunu yaşamıştı. Hüseyin Yusuf  7 yaşındaydı ve 7 yaşındaki çocukların gitmesi gereken yere -mektebe- gitmemişti. Yusufların bir televizyonu yoktu bu yüzden evden sürekli cızırtılı radyo sesi geliyordu ama radyonun sesi de tıpkı Hüseyin Yusuf'un ailesinin ne konuştuğunu duyamaması gibi boğuk geliyordu. Kız kardeşi Fatıma her şeyden habersiz elindeki oyuncak kukla atıyla tepiniyordu, kim bilir Sahra Çölü'nün hangi gidilmedik köşesini bırakmıştı hayalinde...   

Hüseyin Yusuf tuhaflığı sezmişti, kız kardeşi gibi hiçbir şey yapmadan duramazdı çünkü kimsenin ona inanmadığını içten içe bilse de dedesinin dediği gibi o artık büyük bir çocuktu. Annesinin neden ona giydirdiğini bilmediği beyaz gömleği içine sokuşturdu ve yan komşudan beşer tane kiremit alıp üst üste koydu. Sonra ise bu yığının üzerine çıkıp taştan küçük evinin tek penceresine uzandı. Niyeti parmaklıkların ucundan kulak kabartıp ailesinin ve teyzelerinin neler konuştuğunu öğrenmekti. İçeriden annesinin ağlama sesleri ve babasının emir verici konuşmalarını duyduğunu hissediyordu. Eğer onu fark ederlerse ona çok kızacakları belliydi. Yusuf dinledi,dinledi,dinledi. Ama hepimizin yaşadığı gibi o da sesleri duyuyor ama ne dediklerini ve ne anlama geldiklerini anlamıyordu. En sonunda vazgeçti. İndi,onu meraklı gözlerle izleyen kardeşine elini ağzını götürerek "sus" işareti yaptı. Kardeşi hızlıca "tamam" anlamında başını salladı. Birden evlerinin kapısı açıldı ve hepsi dışarı çıktı. Yusuf, babasının evin eşyalarını dışarı çıkardığını gördü. Bu arada radyo hala babasının elindeydi ve babası sanki kucağında bir bebek taşıyormuşçasına radyoyu dikkatlice kolluyordu. Yusuf onlara nereye gideceklerini sorunca annesi yanıt verdi " Anneanneni ve dedeni hatırlıyor musun ? İlk önce onlara gidiyoruz." Yusuf şaşkınlığını gizleyemedi ama akabinde sorusunu da sordu " sonra nereye gideceğiz ki ?" Annesi sessiz kaldı. Babası annesine sanki annesi ağzından bir söz kaçırmış gibi baktı. Sessizliği dayısı bozdu : "Yusuf'um, daha iyi bir yere gidiyoruz korkma ! O zamana kadar bunlar hakkında fazla düşünme. Söz; sana da kardeşine de daha ne ahşap oyuncaklar,şekerler alacağım..."   Hüseyin Yusuf buna inanmak istemiyordu,onca yıllık yerinden neden ayrılıyordu ki ? Kötü şeyler olduğu kesindi. Hiç istemiyor olsa da dedelerine doğru yol aldılar. Annesi Fatıma'yı kucağında taşıyordu, Yusuf da babasının hizasında babasıyla yürüyordu. Arkalarından da teyzesiyle dayısı geliyordu. Sonunda dedesine vardılar. Anneannesi onları gördüğü gibi gözyaşları içinde torunlarını kucakladı. Dedesi de bir an önce ailesiyle konuşmak istiyordu. "Gazze daha önce de bu zorluklarla karşılaşmıştı ama bu sefer sırtımıza gelen bıçak daha keskin olmaya başladı" demişti dedesi o gece. Yusuf bunu anlayamamıştı. Sabah olunca bu sefer anneannesi ile dedesi de kaldıkları evden ayrıldılar. Meydana gitmişlerdi. Milyonlarca Filistinli aile kan,ter ve gözyaşları içerisinde yavrularına,annelere,yaşlılara bakıyorlardı. Eldeki gıda,ilaç,çamaşır az olsa bile onlar umutluydular.Daha güzel yarınların geleceğine dair inançları tamdı. Yusuf bu insanlardan çok etkilenmişti. Mücadeleciydiler. Yusuf kendisinin de mücadeleci olduğunu biliyordu. Ne de olsa oyunlarda daima arkadaşlarına karşı o kazanırdı. Ama hala neler olduğunu anlayamamıştı. Dünyanın çivisi mi çıkmıştı ?  O  gün dışarıda uyumuşlardı. İşgal edilen yerlerde silah sesleri,bomba patlamaları vardı. Ama Yusuf'a göre en fenası hiç dinmeyen çocuk çığlıkları,ağlamaları ve feryatlarıydı.


Sabahleyin güneş yüzüne vurunca gözlerini açmıştı Yusuf. Babasıyla beraber sabah namazını kılmak için musluğun yanına toplanmışlardı. Yusuf babasına güçlü görünmeliydi bu yüzden korktuğunu gizlemek istiyordu. Namazlarını dışarıda kıldıktan sonra  Yusuf tüm bu olayları öğrenmek istemişti. Tüm bunların sebebini öğrenmek zorundaydı. O günün akşamında herkesten çok sevdiği kız kardeşini neden toprağa vermek zorunda olduğunu bilmek zorundaydı. Kimsenin neden ona bir şey söylemediğini bilmeliydi. Kardeşi, bir çeşit gıda zehirlenmesinden ölmüş olmalıydı. Doktordan böyle duymuştu. Annesi çığlıklar ve feryatlar eşliğinde " Biliyorum, o namussuzlar yaptı bunu ! Vatanımızı kirletmeleri yetmedi; yaradanın verdiği suyu,toprağı,havayı da kirletiyorlar. Alçaklar !" diye inledi. Tüm aile Fatıma'nın ölümüyle yasa tutulmuştu. Yusuf her şeyi gizleyebilirdi ama kardeşinin acısını asla ! Kargaşadan,kalabalıktan,karışıklıktan faydalandı ve kimsenin fark etmediği bir anda ayağındaki lastiklere bakmadan koşmaya başladı. Sanki bir ebabil kuşu gibi havaya yükseliyordu koşarken. Belki de hayatını değiştiren yükselişti bu yükseliş ama nasıl değiştiren ?..

Kalabalıktan epey uzaklaşmıştı. Kendini herkesi bırakan yalnız ve cesur bir asker gibi hissediyordu. Ama umduğu gibi olmadı. Umduğu şey eski evine geri dönmekti. Ama burası orası değildi. Burası eski mahallesi değildi. Burada moloz yığınlarından,insan cesetlerinden ve küllerinden, bir de büyük bir grup asker dışında bir şey yoktu. Askerlerin giyimlerini ve hareketlerini gizlice seyretti. Bir askerin sağ kolunda bir bandana vardı. Arka plan beyazdı,alt ve üstü maviydi. Ortasında mavi renkli bir garip yıldız şekli vardı. Şekilleri okulda öğrenmişti ve yıldız çizmeyi de biliyordu ama bu yıldızın garip bir şekli vardı. Düz bir üçgen ve ortasında ters üçgen çizilerek bir yıldız oluşturulmuştu.  Onlara seslenmek istemişti. Olanların hesabını sormak istiyordu. Fakat beklediği tepkiyi almamıştı. Üstüne doğru koşup ona ateş eden bir asker grubu beklemiyordu. Hızla koşmaya başlamıştı. Koştu,koştu,koştu. Günlerdir koştuğunu hissediyordu. Ve  sağ bacağında her dakika kanayan bir mermi yarası varken bu kolay değildi. Annesinin en son ona giydirdiği gömleği yırttı ve  oraya bağlayıp iyice sıktı. Ama artık koşamıyordu. Açlıktan değilse de susuzluktan ölecekti.  Orada bir göl gördü. Gözlerine inanamadı. Koşar adımlarla oraya gitti.  Teyzesinin ona verdiği matarayı açtı ve içine doldurduğu suyu defalarca yine doldurup içti. Su yemyeşil ve kirliydi. Uzaktan askerlerin sesi geliyordu ama bu onun umrunda değildi. Çünkü biliyordu ki artık zamanı gelmişti. Cennete, kardeşi Fatıma'nın yanına gidecekti. Yine eskisi gibi oyuncak atla oynayacaklardı. Hayallerindeki Sahra Çölü'nü tekrar aşacaklardı. Tek yapması gereken ailesini de oraya beklemekti. Çünkü biliyordu ki,kaybetmişti insanlık.



EĞER BU KONUŞMAKTA ZORLANIYORSANIZ BU KONU HAKKINDA SİZE TAVSİYEM  : HER GÜN BU GÖRÜNTÜLERİ İZLEYİN. MİLYONLARCA HÜSEYİN YUSUF VAR ÇÜNKÜ DÜNYADA. CESETLERİ, ÇIĞLIKLARI,AYAK SESLERİNİN BİLİNCİNDE OLARAK İZLEYİN. SABAH AKŞAM O FERYATLARI İZLEYİN. SANIRIM ARTIK KONUŞMAYA HAZIRSINIZ !


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜNYANIN EN ZOR (!) EYLEMİ : DÜŞÜNMEK

ARAMAYA MUHTACIZ.

TENKİT ,TAHLİL , TERTİP VE ÖĞRENİLENLER... ( BU DÖNEM İÇİN )