ARAMAYA MUHTACIZ.

Psikoloji dünyasının 20. yüzyılda logoterapik ilkelerini oluşturan Victor Emil Frankl'in "İnsanın Anlam Arayışı" adlı eserinde çok ilginç bir hissiyat var. Ruhun en derin çığlıklarının insan zihninin frekanslarına inen bir betimleme gibi âdeta. İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında esir tutulan bir adamın yaşamına anlam verme çabasını kendi ağızından anlatması bu çabayı başardığını ve bize önemli şeyleri tekrar duyumsamamızı sağlıyor : maneviyat.Hayata önem indirgediğimiz şeyler. Bir psikolog olan Victor Emil Frankl : " Gerçekten ihtiyaç duyulan şey yaşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz  gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat, sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğu anlamına gelir, " der.  Yani önemli olan doğru hareket ve doğru eylem. Eylemlerimiz ve seçimlerimiz bizi bir deniz yıldızının dalga akıntısında sürünmesi gibi itekler. Yaşamak için prensipler belirlemek  ve temel normları ilke edinmek göründüğünden zor bir iştir. Şahsen bir devlet ile onun kurumlarını idare etmek benim için daha kolay olurdu. Bana göre arama arzularının en büyüğü insanın kendi yaratılış ve yaşama devam etme arayışıdır. Bunlardan arta kalan arayış biçimleri ise sadece birer süstür. Tıpkı göklerin, yerlerin, 7 kat yukarının, kozmosun sadece birer süs olup asıl önemli olanın varoluş olduğu gerçeği gibi. Tıpkı şiirsel anlatıların gözümüzü boyayıp asıl anlatılmak istenen şey ile önemli olan olgunun başka biçimleri üzerinden verilen metaforlar ve bu metaforlardan çıkarılan derslerin olması gibi. "Sözlerin en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür" der Aristo. Yani arama arzusu da rasyonel bir temele oturtularak yapılmalıdır. Zayıf alacağımızı az çok bileceğimiz bir sınavın ortasında pencereden bakıp tabiatın ölümlüye sunduğu perspektifi incelemeyiz. Çünkü bu rasyonel bir eylem olamaz. Psikoloji, insanın aradığı ve ararken bulmayı arzuladığı şeyin önceden kişinin gerçeklikte algıladığı ve rasyonel ( akla yatkın) bir tezahüre oturttuğunu söylüyor. Peki ya bildiği halde ( bilmeden arayış içinde olanları ayrı tutuyorum, onlara "cahil" kelimesini yaftalıyor toplum) yine de bir arayış içinde olanlar ? İşte onlar gerçek " delilerdir". Ama delilik de küçümsenecek bir dahilik de değildir. Ne de olsa ulaşmak istedikleri idealler için çok basit planlamalarla ulaşmak veya ulaşamamak istedikleri şeylere çabucak sahip olurlar. Mantıklı, çünkü duygusal varolanlarız. Yaşamak için bir heves, bir tutku lazımdır. Örneğin sepetinde  bir tutam üzüm salkımı gördüğünü sanan bir köylü sadece bir gölge olduğunu anlayınca hevesini bilerekten veya bilmeyerekten kaçırmamak için eli istemeden de olsa o üzümü almak için eyleme geçer. Bence Platon'un ortaya attığı idealar kuramını çok iyi açıklayan bir şey. Daha önceki bir yazımda da bahsetmiştim, hayattaki yansımalardan ziyade gerçeklik erdemler ve tutkular  üzerine kuruludur. İnsanlar olarak aramaya muhtacız. Neyden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi aramaya muhtacız.Bilim yapmaya muhtacız. Tarih kitapları yazmaya muhtacız. Şiir okumaya muhtacız. Çünkü hayat sadece bilgiyle geçmez ama bilgisiz hiç geçmez!

"Hayat, olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir. Onu değiştiren yaşama biçiminizdir.
                                                 
               
  MEVLÂN  CELÂLEDDİN-İ RÛMİ  HAZRETLERİ 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜNYANIN EN ZOR (!) EYLEMİ : DÜŞÜNMEK

TENKİT ,TAHLİL , TERTİP VE ÖĞRENİLENLER... ( BU DÖNEM İÇİN )