İDDİA ( HİKAYE )

 Henüz çok erkendi uyumak için. Hayır  hayır , benim kitabımda bu saatler uyku zamanı değildir muhakkak. Havada kuzuların sessizliği gibi bir duman vardı kapkara, orası ayrı .Sessizliğin hırçın ve pislik gürültüsü. İnsan gözlerini kırpsa sanki izlediği bu upuzun tiyatronun insandaki bütün dertlerini unutturacak bir sahneyi kaçırma olasılığı aklına kirli ve karamsar ömür yiyiciler girecekmiş gibi  oluyordu. Bu yüzden karşımda olan bütün sahneleri izlemeye çalışıyordum. Bütün izleyiciler pür dikkat tiyatronun soğuk ama merak dolu büyüsüne kaptırmışlardı kendilerini benim gibi. Şöyle anlatayım sahneyi size : Prens Hamlet'in, kral olan babasını öldürdükten sonra tahta geçen ve annesi Gertrude ile evlenen amcası Claudius'tan nasıl intikam aldığının trajik  bir sahnesiydi. Aa, şimdi de o meşhur sahne : Olmak ya da olmamak !  Ne kadar gülme geldi anlatamam size. Oyuncular belli ki yapaylaştırmışlardı bu estetik sahneyi. Ama Hamlet oyununun da kurgusu fena değildi çok ! Lakin çok büyük bir problem vardı : Gece yarısını geçmişti akrep ve belki de çocukluktan kalma bir alışkanlıktır bilmem ama o dar ve nemli derisi biraz yıpranmış iki yanımda da şişman iki adam olan kırmızı koltukta uykunun şehveti ve baştan çıkarıcılığı içime girmişti sanki. Keşke bugünlerde bizleri baştan çıkaran sadece uyku olsaydı... Gözlerimi sanki iri bir baykuş gibi açmıştım. Tek fark kafamı tam arkaya doğru çeviremememdi ama olsun en azından önümdeki insanlar da kafalarını çevirip beni deli gibi süzemeyeceklerdi.  Sonra piyes bitti,oyuncular önlerine kadar eğildiler lakin domuz olmadıkları için tekrar ayakta dimdik durdular,seyirciler alkışladı,kapatılan telefon zillerinin zırlama ve koltukların kapanma sesleri çoğaldı, en sonunda dağılıverdi salon.  Ben de kalktığımda arkamın ter olduğunu fark ettim ve hayatımda görmediğim o sırtımın uyuşmasıyla terlediğimden ötürü oluşan cehennem azabı derecesindeki sıcaklık takım elbiseme ( sahip olduğum tek elit kıyafeti ve tek takım ) sanki bir ülkeyi fethedecek olan bir ordu gibi akın ediyordu. Yapacak bir şey yok diye iç çektim. Berem ise daha fenaydı. Kafamdaki sıcaklık cehennemden de beterdi doğrusu. En iyisi eve gidene kadar hiç çıkarmamaktı. Evet böylesi daha makuldü. Hadi bakalım, diye dışarı çıktım. Keşke gelmeseydim bu tiyatroya, zaten Hamlet'i biliyordum. Ne zaman şarkıların söylenildiği, oyunların oynandığı yerlere gitsem başım ızdırap verici şekilde ağrıyordu. Hastalık birnevi. Yalnızlık hastalığı Çok konuşmayı veyahut dışarı çıkmayı sevmem bu yüzden. Aslında buraya gelmemi bir arkadaşım önermişti. Güya o da gelecekmiş benimle. Yalancı. Uydurduğu bahane ile beni o gürültü hapishanesine bıraktı kendisi de içmeye veya kağıt oynamaya gitti kesin. Neymiş ; kapısına bir çocuk gelmiş de, çok yalnızmış da, hiç tanımadığı halde o çocuktan çok etkilenmiş de, acıyıp evine almış da , çok su içiyormuş da , şimdi çocukla yemek yiyorlarmış da, çocuk gazetelerden etkilenip yazar olacakmış da , zaten çocuğu sonradan gönderecekmiş de , sonsuzluğu öğrenmiş de ondan ve yalanlar yalanlar...  Neyse bugün eve tek gideceğim yapacak bir şey yok, doğru yeraltına...  


Times Square meydanındayım şimdi. Bu kalabalık herhalde bugüne özel bana utanç eziyeti çektirmeye gelmişler ! Neden herkes bana bakıyor ki, hiç takım elbiseli olup da kafasında eski ve yırtık bir bere olan adam görmemişler ! Yolda bir çeşme gördüm, oradan sanki İsa'ya eriyormuşçasına su içebilirdim. Tıpkı çocukluğumdaki gibi. Masumiyetin ta kendisi gibi. Merhamet gibi. Çatlayan dudaklarıma o gecenin üstüne o soğukluk çarpınca bir hal oldum ne yalan söyleyeyim. Yanaklarıma,burnuma,alnıma o suyu serpiştirirken sanki girdiğim bu bataklıktan kalıcı temizleniyormuşum gibi hissettim. Ne denir ona : Aynı gölde iki kere yıkanamazsın.



Bandajlarla sarılı ellerimin arasından anahtarlığımı çıkardım ve üzerinde " 8 " yazan kapıyı açıp anahtarım kadar olmasa da küçük daireme girdim. Üzerime sinen bu aşağılayıcı ve kibir kokan şu elbiseyi düzensiz bir şekilde çıkardım. Katlamadan şu küçük ve ahşap giysi dolabına atıverdim tiksinti içinde. Bu geceki gibi bir yerlere gitmek hiç adetim değildir. Bu yüzden bu geceleyin  kendisini diğer tabakadan çok yukarıdaymış gibi gören insanlara fiziksel olarak benzediğim için lanet okudum kendime. Apartmanımın hemen yanındaki sokakta para kazanmak isteyen gençlerin verdiği canlı konser yüzünden ( ancak böyle zamanlarda gelirdi zaten ) uykularım da kaçmıştı. Kafamı küçük yastığa ne kadar gömersem gömeyim sanki daha da sıcaklıyordum o yapış yerde. Çare yok, bu gece uyku yok...
Yapılacak şey belli : Gazı bitti bitecek olan çakmağımı aldım ve  Marlboro marka sigara paketine uzandım. Önüme siyah ve temizlenmemiş küllüğü almayı da ihmal etmedim. Günde en azından bir paket bitiremeden kendime gelemem ki içmesem de çok büyük ihtimal o gün yan dairede batari çalıp beni uyutmayan o liseli genci bir güzel pataklardım ! Sigarayı tüttürürken küçük balkonuma çıkmayı severim. Lakin soğuk da bir yaz gecesi olduğundan hemen geri gittim. Takvimime bakıp bugünün tarihini kırmızı bir keçeli kalemle yuvarlak içine alıp önceki günün yuvarlağına çarpı attım. Tıpkı dün yaptığım gibi ve elbette ki yarın da yapacağım . Önüm arkam küllü sigara izmaritleriyle dolmuştu. Bana tehlikeli bir haz veriyordu. Televizyonda ise hep aynı haberler : savaş,kan,cinayet ve umutsuzluk bülteni. Kapattım hemen. Eski gazeteleri ve kuponları incelemekle vaktimi öldürecektim sigara saatinde. Ne yazık ki şans gülmedi yüzüme. Yapacak bir şey yok, tam yol yoksulluğa ileri... 43 yaşına bastık, ne gelir elden, bıkkınlık ve kızgınlıkla hayata üç beş kağıt için değer mi son on yıla, yıllar eskisi bu geri zamanda ... Sağıma bakınca gördüğüm bana ait " Yılın Gazetecilik Ödülü " ve gençlik fotoğrafı, annem ve babam ve kardeşimle olan fotoğraflar,gözyaşlı mektuplar ve bu ülkeye kaçmamın vizesi olan B planı sembolüyle gerideki pişmanlıkları unutmayalım... Biraz daha ilerisinde babamdan yadigar bana hediye bir altıpatlar tabancayla onu tutarkenki verdiğim pozla çekilen resmim yine. Bunları görünce bakışlarımı çevirdim duygulanmayayım diye ve son dumanımı solumaya hazırlandım. Bu sırada da sigara dumanlarını emecek olan havalandırma cihazının düğmesine basmayı ihmal etmedim. Uyuşmuş bacaklarımı dik tutmaya çalışıyordum yerden kalkarken ve sol ayağımın ucu birden eski yazdığım makalelerin ve başka yazıların fotokopi yığınına çarptı ve acıyla hepsine tekme attım. Bu kadarı yetmişti.  Uyuma vakti geldi. Yarın ne yapacağımı planladım : Kahvaltı ederim belki olmazsa da sonra. Adetim değildir zaten kahvaltı yapmak. Borçlarımı ödemek için yarın hiç olmadığımdan daha çok çalışıp bir yazıhaneye makaleler yetiştirmem gerek. Bunları evdeki daktilomda halledip yazıhaneye yetiştirecektim ve maaşımı alacaktım. Sonraki yemek ve sigara zamanını bile ayarlamıştım. Sonra o size bahsettiğim yalancı arkadaşımı da alırım yanıma. Tanıdığım bir mekan var ve orada birer kadeh içip birer el kağıt oynarız.  Çok yüksek bütçeli olmayan fakat kalitesi yine de bize göre aşırı yüksek olan bir restoran vardı. Akşam yemeğini orada yaparız ve ben eve dönerim. Sonraki izin günlerimde ise doğduğum yere dönüp bir ev tutmak için bu dağınık evi terk edeceğim ve yıllarca biriktirdiğim tüm parayı alıp o pislik tefecileri çaresiz bırakacağım borçlarımı ödemeden. Oradaki evimde çocukluk arkadaşımı ve kardeşimi alıp yaşayacağım orada. Bir yere gideceksem de kimseye hesap vermeyeceğim. Ne tefecilere ne de kiracıya... İstersem bir tiyatroya istersem bir maça... Orada kendi çiftliğim olacak,hayvanlarım olacak. İnekler,domuzlar,tavşanlar,tavuklar... Bazılarını yeriz bazılarını satarız. Kardeşimin okulunu bitirmesi için ona yardım edeceğim. Boylu boyunca ağaçlarımız olacak. Limana yakın olacağız. Onlara hem balık tutacağım hem de limanda ticaret ile para kazanıp onlara destek olacağım. Eski yaptığım hataları yapmayacağım. Bu sefer hiç kaçmayacağım...  Tamam ya, yeter bu kadar. Keçileri kaçıracağım. Uyumak için hazırlandım ve yine çoban köpeği yine kapımda ! Tam kendimi dış dünyadan soyutlayacakken bozuk ve ritmik olmayan zilim çaldı sanki beni uyandırmak istercesine. Tedarik için silahımı aldım ve arkama sakladım.Açtım kapıyı ve karşıma Bay O. çıktı. Bay O. onun takma adıydı ve ismini bilmediğimden ona böyle hitap ederdim. Borçlandığım tefeci Bay Yashiro'nun çalışanıydı ve borçları tahsil etmekle görevliydi. Ben ona çoban köpeği diyorum. 
- İyi akşamlar. Sana biraz merhem ve yakitori getirdim . İyi olduğundan emin olmak için.
- Hem beni sakatlayıp yaralıyorsun hem de merhem getiriyorsun. Ne iyi tefecilere düşmüşüm, gözlerim yaşardı.
- Olanlar olmasaydı arkadaş olduğumuz bir gerçek.
- Ne anlayışlı dostlara sahibim (!)
- Ayrıca geçenki olayın neden olduğunu biliyorsun. Kaçmaya çalıştın bizden .
- Daha sürem vardı ödemek için ve siz beni önemli bir iş yaparken rahatsız ettiniz. Korktum.
- Ben de bu korkmayı yanlış anladım ve eline bunu yaptım ama istemezdim ki bundan emin olabilirsin.
- Neden iyi olmamdan emin olmak istiyorsun ?
- Bize lazımsın, o kadar borç bizi zengin ettirir !
- Sen buraya sadece bunları vermek için gelmedin bence !
- Doğru düşündün, seni kaçırıyorum. Kusura bakma .
...
...
...
   
Gözlerimi şaşalı bir otel odasında açtım. Sanırım ilaca bile gerek duymadan beni yumruğuyla bayıltmıştı bu manyak. Halının deseni kırmızı bir girdaba benziyordu, ilgimi çekti. Bir masanın başucundaki sandalyeye oturtulmuştum. Sağımda ve solumda takım elbiseli ve yüzlerini göstermek istemedikleri belli olan güneş gözlükleri takmışlardı. Masanın bir diğer ucunda ve aynı zamanda benim önümdeki kişi Bay Yashiroydu.  Konuştuk. Başka bir ülkeye gideceğimi öğrendiğini ve bana bu geceye özel bir şans verdiğini söyledi. Onunla oynamamı kabul etmezsem ve etmedikten sonra borcumu ödemezsem beni vuracakmış. Borcumun tahsil tarihini de kaçmaya yelteneceğimi fark ettiği için bu geceye almış. Sonradan öğrendim ki bugün oğlu vefat etmiş. Bu yüzden yaşama tutunmaya dair bir tutkusu kalmamıştı. İstediği şey benimle  son bir kez kağıt ve bir Rus ruleti oynamaktı. Kazanan yaşayacaktı. Ayrıca bana özel bir hediye olarak ben kazanırsam çalışanları benim borcumu silip bana fazladan on milyon kağıt sayacaklardı önüme. Kabul ettim. Pokere başlamıştık. Hatırladığım kadarıyla o tek elde son kalan kartım kupa yedilisi ile kazanmıştım. Bana gülümsedi. " Bugün onun doğum günüydü. İyi oynadın sen de. Yapacak bir şey yok ki, hastalık bu yalnızlık. Çare sonsuzluk. Sen de muzdaripsin bu durumdan. Biliyorum. Gidiyoruz hepimiz o yere. O belli olmayan yere. Kimse görmedi ama bir şekilde biliyor herkes o yeri."
Bu sözleri bitince kaybetmenin bedeli olarak ilk mermiyi o sıkacaktı veya sıra bana geçecekti. Eline aldı altıpatları ve kafasına dayadı. Soğuk ecel terleriyle kendini sonsuzluğa hazırladı. Ve o zaman...



... Şansıma ki silah onda patladı. Büyük tefeci reisini alt etmiştim o gece. İddiayı ben kazanmıştım. O zavallı babaya odadaki bütün çalışanlar üzülmüştü. Söz verdikleri gibi önüme on milyon saydılar. Dedim, " Bunlara gerek yok." Masadaki kanla kaplı kupa yedilisini aldım ve " Büyük bir kralın şansıyla yıkanmış bu kartı alsam bana yeter de artar " .


Dışarıdaydım. Kapı dışarı edildim. Kartı cebime koydum ve şöyle dedim kendi kendime : Bari otobüs parasını alsaymışım !..


 

















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜNYANIN EN ZOR (!) EYLEMİ : DÜŞÜNMEK

ARAMAYA MUHTACIZ.

TENKİT ,TAHLİL , TERTİP VE ÖĞRENİLENLER... ( BU DÖNEM İÇİN )