HERHANGİ BİR HİKAYE ?
Bu zamandan ,sizin bilip bilmediğiniz bir zamandan, kum taneleri sayısınca yıllar, asırlar , tarihler önce kimsenin umursamak ve dinlemek istemeyeceği ( lütfen dinleyin ) bir hayat geçiren
Uçurum'un hikayesini anlatmak istiyorum.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
"Güm, güm , güm ! "
Off, en güzel yerinde bölmese olmuyordu sanki !
Uçurum, kamarasının sert ama sıcak yer yatağında dairesel küçük penceresinden hoyrat dalgaların serzenişini izlerken buldu kendini. Şu aptal kapıcının sert sert kapıya vurmasından sonra adamcağızı dövmemek için zor tutuyordu. Eğer bir amacı olmasa şu denizci hayatı çekilecek çile değildi. Zorla kapıyı açtı " Ne var Hamdi ? " diye sordu sitemkar bir sesle.
-" Kaptan Suphi Bey bütün tayfayı dümenin oraya çağırıyor Uçurum ."
-" Tamam, geliyorum ".
Kaptanın erken kalkma konusundaki hassaslığını bildiğinden erken hazırlanıp ekmek ve sudan oluşan kahvaltısını yapıp ( acımasızca bir öğün ) hazırola geçmesi gerekiyordu. Bakalım bizimki yine ne diyecek , diye düşündü gömlek düğmelerini iliklerken. Hemencecik çıktı ve güverteye indi. Doğduğu kasabanın insanları kan, ter ve göz yaşı dökerek yaptığı bu ulu gemi büyük olduğundan 250 mürettebat üyesi vardı. Bazıları "ölmüştü".Eskiden tabii. Kaptan Suphi Bey gelince işler değişti. Artık daha sıkı önlemler alınıyordu. Ha bir de kapıcımız Hamdi vardı. Zavallı adam aslında bir hristiyandı. Ama işgalci bir donanma tarafından tüm ailesi yok edilmişti.
Kaptan onun haline acımış,tayfaya almış,müslüman yapmış,kültürümüze empoze etmiş, adını da Hamdi yapmıştı. Şimdi de Ege'nin mai ışıltılı dalgalarında gemide kapıcılık yapıyordu. Ahçı (aşçı ) ise sadece ayda bir balıklardan,meyvelerden,sütlerden bir yemek yapardı. Şimdi de Kaptan Suphi Bey gidilecek limanlardan,ticaretlerden,diğer donanmalara karşı savunmaya geçmenin öneminden ve tayfadaki insanların bireysel kurdukları deniz hayallerinden bahsediyordu. Gayet de iyiydi konuşmada. Kaptan olup sıcacık yatağından,ailesinden, torunlarından ayrılıp bu tayfayı kurup denizlerde ömrünü geçirmeseydi iyi bir hitabetçi,bir yazar olurdu. Tayfada okuma yazma bilmeyen insanların ailelerine gönderdikleri mektupları o yazardı. Bilgili, ilim-irfan sahibi bir insandı.
Tayfa rotayı takip edip bugün ne yapacaklarını konuşmak için depoya rom içmeye gitmişlerdi. Bir tek Uçurum kalmıştı. Kaptanla sohbet etmek istiyordu.
" Muhabbet kuşu mu tutuldun ? " diye gülümseten bir sohbet açtı kaptan.
- Sizin gibi bir irfan sahibine hüzünlüsünden bir şiir yazdım, pek seversiniz !"
- Sever miymişim ?
-Evet !
-Oku bakalım !
- Nereye baksam yine yine yanımda eski gölgeler ,
Ne hacettir ki silmek, çektim nazınızı gözlüğümdeki lekeler.
Kurtulamaz mıyım be sizden cebimdeki delikler !
Anlıyorum ama artık, kazançlarım beni silkeler.
Tarifsizce taaruzu tattırır bana tufan ;
İlkbahar,senin güzün de mi var ?
Varsa paylaş benimle, tutamayacağım bağda.
Yıldım artık çünkü heykelden yıldızlar yapmaktan.
Bana doğru gel ey zemistan !
İnzal eyle artık ak mai candaşları.
Mücerri beşerim artık ben,
O vakit söyle ebabil kuşlarına halimi !
Neden on parmağımız var ?
Neden teldeki şibin kadar saçlarımız olanca ?
Dudaklar kırmızı,hayaller eflatun.
İkindiyi bir görse akşamüstü Kral Karun...
Azat et beni ey fani dünya,
Sana diyeceklerim var !
Çekme artık fıtratın kulağını,
Kapanır sana han-hamam kapısı... "
- Hüzün ve duygu cümbüşünü yığmışsın, derde mi düştün bu yaşta be ?
- Ne derdiymiş bakalım o ?
- Belki yar, belki memleket özlemi !
- Yanılıyorsun.
- Ne o zaman ? Daha 19 yaşındasın .
- Sen de biliyorsun, anlatmıştım.
- Sakın bana canavar deme !
- Canavar yüzünden.
- Yapma, bir hayal o.
- Sana gördüm diyorum, ölecekken görmüştüm !
- Bulup da ne yapacaksın ?
- Kaybettiğim saygıyı kazanacağım , belki de para kazanırım. Denizci tayfamı kurarım. Eski köyümdeki insanlara yardım ederim. Bu sefil hayattan kurtulurum !
- Ölecen haberin yok be çocuk...
- Efsaneler ölmez .
- Çok fazla hikaye okumuşsun, hayalperestlik güzel ama fazlası da delilik be evlat...
- İlk önce bana gülecekler, sonra beni taklit edecekler.
Uçurum'un bahsettiği şey Ege canavarıydı. Bu denizlerin efendisiydi. Kraldı. Sultandı. Katildi. Bir İspermeçet Balinasıydı. Anlatılara göre yuttuğu inciler,madenler ,taşlar, altınlar yüzlerce aileyi doyurmaya yeterdi. Uçurum'un istediği de buydu. En son 6 yaşındayken yaşadığı köy yağmacılar tarafından yakılıp yıkılmıştı. Ailesi,arkadaşları,tanıdığı hepsi ölmüştü. Haydutların elinden kaçmak için depodan bulduğu bir çakıyla onlardan iki adamı öldürmüştü.Daha o yaşta katil olmuştu. Haydutların reisi onun boğazını kavrayıp iskeleden aşağı atmıştı. Kayalıklara çarpan kafasından kan göleti akmıştı resmen . Ayağına taş bağlanmış, denizin dibine doğru boğula boğula ölecekti neredeyse. Sonra onu gördü. Canavarı. Ege Canavarı'nı.Katili.Denizlerin sultanını. İspermeçet Balinası'nı.Ağzını açmıştı, Uçurum'u keskin dişleriyle testere misali paramparça edecekti. Sonra bir mucize oldu. İlahi bir mucize.Uçurum intikam hırsıyla denizde süzülen bir mızrağı kaptı, canavarın gözüne sapladı.Sonra bir hışımla ayaklarındaki gevşemiş ipi çözdü. Şu kısacık hayatı için kulaç atmaya başladı. Ama olmuyordu. Fazla su yutan ciğerleri patlayacaktı. Ölecekti. Sonra,bir mucize daha oldu. Kaptan Suphi Bey oradan geçerken tekneden attığı bir halat ile bu kimsesiz ve küçük çocuğa suni teneffüs yapıp zorla yaşama döndürdü. O günden sonra ona kendi oğlu gibi baktı. Ama onun hırs dolu yüreği hiç durmadı. Dermanı denizlerde buldu. O sıcacık deniz hikayelerinden zaten çok etkilenmişti. Hayatının en önemli yaşlarında o her şeyden vazgeçip ömrünü Kaptan Suphi Bey gibi denizlerde geçirmeye karar verdi. Sonradan yağmalanan köyüne geri dönünce hayatta kalan köylüler ile kış demeden , soğuk demeden , ızdırap demeden o büyük gemiyi inşa etmişlerdi. Köy halkına söz vermişti. Hazinelerle dönüp hem köyü yeniden bereketli yapacak hem de o çetenin hepsini bulup okyanusta boğacaktı. Ayrıca zor hayatından sonra o canavarı yakalayıp itibar kazanacak ve varlığını insanlara duyuracaktı . Başarı zaten böyle bir şey değil miydi ? Sonra efsanevi bir kaptan olup düşman gemilerini berbat edecekti işte ! Uçurum'a adını o koymuştu. Kaptan. Yerlere çakılmasın , göklere ulaşsın diye.
Sohbete geri dönelim . Kaptan Suphi Bey konuyu değiştirmek için :
" Bir şeyler yazmak ister misin ? "
- Şiirim pek kötüydü değil mi ?
- Yok canım, sadece geliştirilebilir.
-Sence iyi bir yazar olmak için ne yapmalı ?
- İyi bir yazar olmak için iyi bir insan sarrafı olmak gerek !
...
...
...
Canavar yoktu. Anlatılanlar gerçek bile değildi. Yerel delilerin uydurduğu bir şeydi. Uçurum sadece bir düş görmüştü baygınken,hepsi bu. Öyle ya da böyle. Kader onun ölmesini istemişti , ama yaşamıştı işte. Ömrünün her saniyesini bu denizlerde, bu gemide çürütmüştü. Her gün aç kalmak, yalnız kalmak , dışlanmak , acımasız eğitimler , zorlu dövüşler , acı veren yaralar ... Ömrünü feda etmişti. Hayatını hiçe saymıştı. Kendisine verilen meyveyi yemek yerine o ağaca tırmanmayı ve yaralanmayı seçti . Onca edindiği silah bilgisi boşa mıydı ? Aldığı işkenceler bir hiç uğruna mıydı ? Bu acı gerçeği öğrenmesi tam 10 yılını aldı. Tayfadan ayrılmış , kendine yol çizmiş ve yalnızlığı seçmişti. Onlarca harita çizmiş , yüzlerce balık avlamıştı . Ama hiçbiri değildi o canavar... O soğuk rüzgarlı ve yalnız geceler onun varlığını sorgulatmıştı. Neden yaşayaydı ki ? Bir 10 yıl sonra ise her şeyden vazgeçip o ölen insanların sesini azaltmak için birsürü haydut ve yağmacıyı durdurmuş ve hapse tıkmıştı. En sonunda kendini ormanın uçsuz bucaksız derinliklerine tıkıp bir kulübede günlerini ibadet edip tövbeleşerek geçiriyordu. Delirmişti. Avlanıyor,yiyor,uyuyor,yürüyüş yapıyor , ve günün geri kalanında sadece okuyup kendini sonsuzluğa hazırlıyordu. Bu arada denizcilikle ilgili hiçbir şey dahi duymak istemiyordu. Fakat en azından ona yoldaşlık edecek bir köpeğe sahipti. Bir köpek sahibi olmak çok önemli bir şeydir. Bu köpek ona yoldaşlık ediyordu. Kendisi ölünce onu gömecek olan köpeğiydi nasıl olsa. İçi rahattı bu yüzden. Ama bir gün Suphi Bey onun nerede yaşadığını öğrenir ve ziyarete gelir. Uçurum onu görür görmez onunla vedalaştığı son günü ve şu diyaloğu hatırlar :
- Gerçekler canını acıttı mı ?
- Evet.
-Ee , öfkeli misin boşa geçmiş bir ömür için ?
- Şu gördüğün denizleri yarmak , gökyüzünü parçalamak,şu kayalıkları delmek, dağları kesmek istiyorum. Havaya tekmeler yumruklar savurmak istiyorum !
...
Suphi Bey o gün onunla muhabbet eder ve gider. Gitmeden önce Uçurum'a şu mektubu verir :
" Parçalayacak mıydın ? Ne gök delindi ne yer aşındı ! Değdi mi küstüğün ömrüne ? Değdi mi seni seven insanlara ? Ölüler için miydi bu ? Ne geri geldiler ne hesap sordular ! Ne sana darıldılar ne de sana borç yüklediler. İyileşti mi bari yaraların ? Ne kapandılar ne sana eğildiler ! Ee , buldun mu hazineyi ? Söyle bana şimdi : Geçirecen mi ömrünü ebedi , yoksa kalacan mı çukurda bir hırka bir deri!
Uçurum bunu okuduktan sonra belli belirsiz bir tebessüm etti. Belki de hiç seçmediği ömrü yaşayabilirdi. Belki de ismi ne gök ne yer içindi. Belki de bazen biraz durmalı ve uçurumdan atlamamalıydı. Galiba sadece hayatta kalmak değil, insan kalmak da gerekiyordu. Aile istiyordu. İnsanlara doğruluğu,azmi,cesareti, umudu öğretmek istiyordu. Bunun için yaratılmıştı. Kader ondan ne istemişti bilemedi ama en azından şunu öğrenmişti : O kaderin değil , kader onun kölesi olacaktı.
UYARI : BU HİKAYE ŞU ANDA AKLIMDAN UYDURDUĞUM BİR HİKAYEDİR. KURMACADIR. HİÇ YAŞANMADI VE MUHTEMEL YAŞANMAYACAK. AMA KİM BİLİR, BELKİ DE BU YAŞANANLAR VE DİYALOGLAR BU HİKAYEYİ OKUYAN BİRİNİN HİÇ HATIRLAMADIĞI YAŞANTILARINDAN GEÇMİŞTİR. KİM BİLEBİLİR Kİ ?
Yorumlar
Yorum Gönder